Biz gazeteciler haberlerimize başlarken ‘Dünyaca ünlü Konyaaltı Sahili’ diye cümle kurarız. Dünyanın merak ettiği ve Antalya’nın turizm kenti olmasını sağlayan bu cennet köşesi herkes tarafından merak edilir ve herkesin hayalleri içindedir ‘bir gün Konyaaltı Sahili’nde denize girmek’…
Oysaki Antalyalılar o sahilde büyümüştür. Suyunda serinlemiş, sahilinde güneşlenmiş, ilk çocukluk kavgasını o sahilde yapmış, ilk aşkıyla o sahilde tanışmış, ilk kadehini Konyaaltı Sahili’ne doğru kaldırmıştır. Hele hele klimaların olmadığı çok eskilerde gece yarısı evden toplanıp, sahillin serinliğinde yıldızların altında ailecek uykuya dalmak, sabah gün aydınlanmadan da tekrar evine dönmek Konyaaltı Sahili’ne özel ‘bir Antalya geleneği’dir.
Ancak son günlerde Konyaaltı Sahili böyle anılmıyor.
Rant deniliyor!
Peşkeş deniliyor!
Son 6 ay işletme hakkını 51/g ile alan Senantalya deniliyor…
Yeşilçam unutulmaz ismi Hülya Koçyiğit deniliyor!
Yetmiyor Alkoçlar deniliyor!
Ve… Yine son dönemleri en meşhur ünvanı olan damat deniliyor!
Deniliyor da, deniliyor…
Denildikçe de Konyaaltı Sahili, Konyaaltı olmaktan halkın sahili olmaktan çıkıp gidiyor…
Böyle deyince de kimileri ‘kendinize gelin’ haddinizi bilin’ diyor…
Sonra kendime diyorum ki; neden eleştiren, sorgulayan, gerçekleri ortaya çıkaranlara kızıyorlar?
Neden onlar da tecrübelerini, mesleklerini, aklını kullanarak, vicdanlarını harekete geçirmiyor?
Hatta yapanlar, yaptıranlar, engel olmayan, olamayanlar insani bir tepki verip, başını bile önüne neden eğmiyor?
Sonra aklıma Rus tiyatro yazarı Anton Pavloviç Çehov’un TEREYAĞ hikayesi geliyor.
Tereyağı bulaşmayan var mı? Sorusuyla birlikte aklıma gelen hikayeyi siz sevgili okuyucularımla paylaşıyorum:
Çehov hikayesinde dürüst bir delikanlının devletin üst kademelerinde çalışan amcasının servetini merak etmesini anlatır. Delikanlı kuruşu kuruşuna hesapladığı amcasının geliriyle, sahip olduğu mal varlığının kabili kıyas olmadığını görür. Hiddetle amcasına bağırır.
“Sen hırsızsın. Maaşın bu kadar, bu gelirin bir kuruşuna bile harcamasan yine sahip olduğun şeyleri satın alamazsın. Besbelli çalıyorsun!”
Amcası olgun bir devlet adamıdır.
“Peki, aptal evladım gel bakalım buraya” der. Bir odaya on kişi çağırır ve bir kilo tereyağı getirtir.
“Tartın şu tereyağını” der. Yağı tartarlar. Tam tamına bir kilodur.
“Şimdi bu yağı herkes elden ele dolaştırsın” talimatı verir.
Bir kilo yağ on kişi tarafından elden dolaştırılır. Dolaştırma bittikten sonra; “Şimdi tekrar tartın” der.
Tekrar tartıldığında yağın eksilmediğini yine bir kilo geldiği görülür.
“Ama” der tecrübeli devlet adamı olan amca; “Bak! Herkesin parmaklarında bir miktar yağ bulaşığı var değil mi? İşte devlet işleriyle uğraşanların ellerinde devletin malı hiç eksilmeden bir miktar kalır. Durum budur. Eksilmediğine göre bana hırsız diyemezsin.”
Şimdi yaşanan gelişmeleri takip eden, ihaleyle ilgili sorular yöneltenlere saldıranlara sormak lazım, ellerinizde tereyağı var mı?
Yorumlar
Kalan Karakter: