Bu satırları aslında yerel seçimlerin hemen ardından kaleme alacaktım, fakat ‘yangına körükle gitmemek’ ya da ‘eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmamak’ adına bekleme moduna geçmiştim. Ancak Tünektepe Teleferik Kazasının ardından yaşanan olaylar, endişelerimde haklı olduğum gerçeğini bir tokat misali yüzüme vurdu. CHP, uzun yıllardır iktidar yüzü göremediği için kamu kaynaklarının yönetiminde, kamu kurum ve kuruluşlarının işleyişinde söz sahibi değil. Ak Parti ve Erdoğan ise başta kamu kaynakları olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarını kendilerinin malı gibi görmekten, vatandaşın vergileri ile yapılan her şeyi sanki kendileri, kendi ceplerinden yapmış gibi lanse etmekten hiç çekinmedi. (AK Parti iktidarından önce evlerimizde buzdolabı, tarlalarımızda traktör olmayışı bu iddiamın açık bir kanıtı bence.)
Yerel seçimler sonrası bu dengeler değişti. Tamam CHP iktidara gelmedi ama kazandığı belediyeler ve o belediyelerin gelirleri ile imkanları göz önüne alınca, hatırı sayılır bir kamu kaynağının sevk ve idaresini üstlenmiş oldu. E tabi işin bir de gelecek kaygısı boyutu var, özellikle bürokraside.
Seçim sonuçlarının, Devletin değilde, AK Parti’nin ya da Erdoğan’ın adamı olduğunu gözümüze soka soka görev yapan kamu idarecilerinde ne denli büyük bir korku ve paniğe yol açtığını sanırım anlatmaya gerek yok. Olası bir hükümet değişikliğinde, hele hele CHP’nin iktidara gelmesiyle görevden alınacak, hatta yargılanacak o kadar çok kamu kurum ve kuruluş yöneticisi var ki işte onlar; yaşadıkları bu gelecek kaygısı ve korkusu nedeniyle, CHP’li belediye başkanlarına ya da görevlilerine karşı ilk kez bu kadar anlayışlı ve yardımsever oluverdiler. Yerel seçim öncesi tüm gücün tek bir merkezde toplanmasına, merkezdeki tek bir kişinin söylediği ya da istediği her şeyi anayasaya, TCK’ya, yasa ve yönetmeliklere uyup uymadığını dahi sorgulamadan yerine getiriyorduk. Fakat şimdi bu gücün bir bölümü, psikolojik üstünlük de dahil olmak üzere CHP’ye geçti. Yani ülke kamu kaynaklarının kullanımı ile kamunun sevk ve idaresi bakımından karpuz gibi ikiye bölündü.
Nihayetinde de Yeşilcam’ın kült filmlerinden Tosun Paşa’daki Tellioğulları ile Seferoğulları aileleri arasında süregelen ‘Yeşil Vadi kimin olacak’ misali büyük bir kavga başladı. Ve bence bu kavgada ilk yumruğu Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz yedi. Nasıl mı? Bakın bunu ispatlayamam ama yemin edebilirim; Mesut Kocagöz CHP’den değil de AK Parti’den seçilmiş olsaydı, bugün cezaevinde olmayacaktı. Bugün Kocagöz’ün tutuklanmasını isteyenler, eğer Kocagöz AK Partili olsaydı ‘adam istifa etmiş, o tarihte görevde değilmiş’ ‘Bütün suç yüklenici firmada’ ‘Allah’ın takdiri’ ‘Bu işin fıtratında kaza ve ölüm var’ ‘Binmeselermiş kardeşim teleferiğe, evlerinde otursalarmış’ ‘Dış güçlerin oyunu’ ‘Almanya teleferik teknolojimizi kıskandı, sabotaj düzenledi’ ‘Bayrak inmez, ezan dinmez, ülke bölünmez’ safsataları ile Başkanlarını koruma altına alacaklardı. İşin hukuki boyutunu tam olarak bilmiyorum, hukukun üstünlüğü ilkesini zedelemek de istemem fakat olaydan önce yaşananları, verilen ifadeleri, hele hele otomasyon amirinin kaza anına ilişkin görüntülerini izleyince Mesut Kocagöz’ün tutuklanmasının hukuki değil de siyasi olduğunu düşünmeden edemiyorum. AK Parti’nin hukuk sistemi içerisindeki yapılanmasını, verilen bazı kararların haktan, hukuktan, adaletten uzak olduğunu, mahkemelerin sindirmek, korkutmak ya da yok etmek için kullanıldığını bilmeyen kaldı mı? Dolayısıyla da AK Parti ayağına gelen bu topu doksana taktı. ‘Endişem’ diye bahsettiğim şey tam da bu işte. Artık taraflar arasında sadece siyasi çekişme değil, bir güç savaşı da var.
AK Parti kanadı elindeki kamu gücünü, CHP de yerel yönetimlerden elde ettiği gücü birbirlerine zarar vermek için, intikam için, kazanan taraf olmak ya da karşı tarafı yok etmek için böyle fütursuzca kullanmaya kalkarsa ya da devam ederse; hani derler ya ‘filler tepişir çimenler ezilir’ diye…
Bu işin sonu şuraya varır; Herkes taraf olmak zorunda kalır. Çünkü taraf olmayan bertaraf olur. Kamu CHP’lilere, yerel yönetimler AK Partililere sırtını dönerse, kutuplaşma kavgaya dönüşür. Hukuk-gukuk, adalet-osuruktan tayyare olur. Haklı değil, güçlü olan kazanır. Mağdur daha mağdur, fakir daha fakir, zengin daha zengin, zalim daha zalim olur. 1976’da çekildi Tosun Paşa filmi. O dönemlere, 1980 Türkiye’sine dönmek istemiyorsak tıpkı filmde olduğu gibi kimse gerçek Tosun Paşa çıksın, masaya yumruğunu vursun. Vursun ki Seferoğulları da Tellioğulları da akıllarını başlarına alsın.
KARAKTER FARKI
Antalya’daki Limak Lara Otel’in, İngiltere’den rezervasyon yapan bir müşterisinden, İngiliz değil de Türk olduğu anlaşılmasının üzerine 120 Euro ‘Milliyet Farkı’ ücreti alması bir skandaldan da öte, Türk milletine ve Türk kimliğine yapılmış bir saldırıdır, izah edilebilir bir tarafı da yoktur. Bu açık bir ‘Yabancı Seviciliği-Türk Düşmanlığıdır’ Üç kuruş fazla para kazanmak için benliğini, milletini, vatandaşını satmaktır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı olaya müdahil olduğunu ve otelden savunma istediğini, cezai işlem uygulanacağını açıkladı, otel yönetimi özür falan diledi ama Türk kimliğine yapılan bu ayıba, bu saldırıya ne yapsak, ne ceza kessek az, ne söylesek boş kalır. İşin en vahim kısmı ise Türk kimliğini ayaklar altına alan bu eylemin gerçekleştiği oteli, aynı zamanda Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği’nin de (AKTOB) Başkanı olan Kaan Kaşif Kavaloğlu’nun yönetiyor olmasıdır.
Sen bu topraklarda, bu ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürerek, bu milletin emeği ile para kazanacaksın, sonra da bu ülke vatandaşını dışlayıp, yabancıya şirinlikler yapacaksın. Bu rezil eylem ortaya çıkınca da samimiyetle özür dileyip unutulsun diye sessizce kenarda bekleyeceksin. Yok öyle Kaan Efendi. Kendi vatandaşına, sırf Türk olduğu için ‘Milliyet Farkı’ adı altında para cezası kesen otelin yöneticisi, AKTOB Başkanı Kaan Kaşif Kavaloğlu, karakter sahibi olduğunu gösterip AKTOB Başkanlığından hemen istifa etmelidir. Kavaloğlu’nun o makamda aldığı her bir nefes, hem turizm sektörünün, hem Antalya’nın, hem de Türk milletinin alnında kara bir lekedir.
Her defasında Antalyalı olduğunu, Antalya’nın hizmetinde olduğunu söyleyen Kültür ve Turizm Bakanımız Mehmet Nuri Ersoy’dan, Antalya Valimiz Hulusi Şahin’den ve en önemlisi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan milletimize, Türk kimliğine yapılan bu saldırıya en ağır şekilde karşılık vermelerini önemle arz ve rica ediyorum.
Yorumlar
Kalan Karakter: