Boğaçayı’nda yıllardır süren usulsüzlükleri, izinsiz faaliyetleri, devletin taşını devletin denetimi dışına çıkaranları defalarca anlattım. Kamu denetçilerini göreve çağırdım. Yayın yaptım, belgeler sundum. Sonunda, Çevre ve Şehircilik il müdürlüğünün kurduğu araştırma komisyonu alandaki tesislerin ruhsatsız ve izinsiz olduğunu tespit etti ve mühürleme kararı aldı.
Peki sonra ne oldu?
Mühürleme sonrası Kırmızı-Beyaz A.Ş. hiçbir organik bağı olmamasına rağmen, “mağdur olduk” diyerek yetkililere başvurdu. Bu başvuruya, yatırımlardan sorumlu Antalya Vali Yardımcısı Yalçın Sezgin, “100 bin ton taşları var, o alanla ilgili karar verme yetkimiz yok ama işlenmiş taşlarını alabilirler” anlamına gelen bir yazıya imza attı.
Bu ne demek?
Devlet, taşın izinsiz şekilde stoklanmasına, izinsiz kırma-eleme tesislerinde işlenmesine göz yummuş, mühürlemiş ve ruhsatsız olduğunu kabul etmiş. Ama sonra aynı devletin yetkilileri, özel bir şirket lehine karar alarak mühürlenmiş bir alandaki taşların şirket tarafından alınmasına yeşil ışık yakmış.
İhale kapsamında devletten satın aldıkları taşları, ihale şartlarını ihlal ederek izinsiz stoklayıp işleyenler, şimdi devletin onayıyla bu taşları geri alabiliyorlar.
Kamu denetçilerine soruyorum:
Mühürlemenin anlamı ne?
Devlet, kendi mührünü özel şirketler için kaldıran bir mekanizma mı?
Yatırımlardan sorumlu vali yardımcısının bu karara imza atması kamu menfaatiyle bağdaşıyor mu?
Devletin içine yuvalanmış bu yapı karşısında pes etmeyip ne yapabilirim.
Bu süreçte defalarca uyardım, yetkililere seslendim, belgeleri sundum, yazdım, anlattım, açık açık ihbarda bulundum. Kamu yararına bir mücadele verdim. Ama devletin kendi koyduğu mühür bile özel şirketlerin çıkarına göre esnetilebiliyorsa, sistem zaten kararını vermiştir.
Kırmızı-Beyaz A.Ş. ile ilgili, Boğaçayı ile ilgili, YİKOP ile ilgili artık tek bir kelime etmeyeceğim.
Çünkü söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
Yorumlar
Kalan Karakter: