Bir Antalyaspor Kulübü seçimini daha kazasız belasız atlattık. Takımımıza ve şehrimize hayırlı olsun.
Yeni Başkanımıza ve yönetimine başarılar dilerim.
Efsane bir katılım oldu. Sanki herkes 2024 Dünya Kupası’na aday bir takımı seçmeye gelmiş gibiydi.
Öyle kalabalık! Ama dikkat; Oy kullananlar sadece üyeler, taraftarlar değil.
Mevcut yönetim ve rakip ekip arasında sıkı bir mücadele yaşandı. Saha içinde değil, sandık başında bir derbi oynandı. Fakat derbide futbolcular değil, siyasiler, iş insanları ve kulislerdeki gizli yıldızlar forma giydi.
Siyaset, futbolun içinden geçti, geçmeye de devam edecek gibi görünüyor! Halı saha siyasetine hoş geldiniz.
Kulübün sloganını değiştirmeyi öneriyorum: “Antalyaspor, futbolun siyasallaştığı son kale!’”
Sonuç mu? 700’e yakın oyun kullanıldığı seçimi 22 oy farkla kazanan taraf, farklı yeni kişilerden oluşan yönetimi ile seçilmiş olmasına karşın, basına ve kamuoyuna eski yönetimin devamı gibi yansıtılmış halde.
Antalyaspor’un kolektif marka olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Ama bu kolektiviteye biraz daha gerçek taraftar ruhu katmak gerekiyor. Kulübü siyasetten arındıralım ve hak edenlerin kazanmasına izin verelim. Sonuçta burası seçim meydanı değil, futbol sahası.
Gazetecilere laf atan bürokratlara, kulüp yönetiminde siyaset yapmayı sevenlere ve her seçimde taraf olan herkese sesleniyorum; Gelin hep beraber şu güzel Antalya’nın futbolunu, basınını ve gündemini biraz daha şeffaf ve keyifli hale getirelim.
Yoksa sizi sandığa değil, halı sahada bir penaltı maçına davet edeceğim.
Hafriyat geliri hikayesine gelirsek.
Antalya’da hafriyat, topraktan çıkan taş ve toprağı değil, siyasetin en ağır yüklerini de taşıyor.
2017 yılında hafriyat gelirleri Antalyaspor Kulübü’ne verilmişti. Ama kulübe verilen bu pas spor için değil, siyasetendi.
Menderes Türel döneminde, hafriyat gelirleri kulübe verilmiş ama bu paranın kulübe gittiğini kimse görmedi. Kulüp o dönem parayı göremediği için, yönetim kendi dedikodusunu bile yapmaya başlamıştı.
Sonra sahneye Aziz Çetin çıktı.
2017’den 2022’ye kadar süren Emin Hesapçı ve Mustafa Yılmaz döneminde derneğin kasasına bir kuruş hafriyat geliri girmemişken, Aziz Çetin ile birlikte 60 milyon girdi. Kulübün yüzme havuzu, sporcuların konakladığı odaların tefrişi ve daha bilimum yatırım dışında, 16 Milyon da A.Ş’ye verildi. Ama şaibeli isim hafriyatçılar odası tarafından açılan dava neticesinde, Antalyaspor’un gelirleri 2023’te mahkeme kararıyla durduruldu.
Sonrasında yeniden faaliyetin devam etmesi adına Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin A.Ş ile yaptığı ortak çalışma sonucunda Kulüp kasasına yeniden gelir girmeye başlamıştı ki Hafriyatçılar Odası Başkanı Özgür Bucaklı, Antalyaspor’un adını yolsuzlukla yan yana getirip Antalyaspor’a ve yönetime yapılan itibar suikastının tetikçiliğini yaptı.
Başkan Aziz Çetin, bu resti gördü ve olağanüstü seçim kararı aldı.
İşler arapsaçına dönünce de Muhittin Böcek bir çıkış yapıp; ‘Madem bu hafriyat gelirini Hafriyatçiler Odası Başkanı Özgür Bucaklı kulübe yar etmiyor, ben de bu geliri iptal ediyorum’ dedi. Ama işin garibi, tam bu iptalin öncesinde, şu anki yani önceki yönetim topu dışarı atmış, şimdiki yönetim topu oyuna sokmuştu, ama karar yine iptal oldu.
Bu, futbolda olsa VAR incelemesiyle çözülecek bir durum. Ama siyasette işler maalesef bu kadar şeffaf değil!
Anlaşılan o ki Antalya’da hafriyat geliri, kulüp yönetimi arasında bir tür ‘Top çalma’ taktiğine dönüşmüş. Saha içindeki futbolcular bile bu kadar stratejik düşünmüyordur! Bu paranın gidip gitmediği konusundaki kafa karışıklığı, Antalya halkını da ofsayta düşürüyor.
Şimdi soruyorum; 2017’den beri bu gelir gerçekten spor için mi kullanıldı, yoksa siyasetin bir transfer bütçesi olarak mı iş gördü? Antalyaspor’un bu kadar güçlü bir kolektif marka olduğunu söylüyoruz, ama hafriyat geliri gibi kritik bir kaynak neden böyle kargaşalara yol açıyor?
Bir spor kulübüne gelir kaynağı sağlıyorsanız, bu paranın sporculara, altyapıya ve taraftara gitmesini beklersiniz. Ama Antalya’da bu gelir, sahada değil, kulislerde kullanılmış gibi görünüyor. Kamuoyunun bu konuda daha fazla bilgiye ihtiyacı var. Ve en önemlisi, bu gelirin iptal edilmesiyle kulübün gelecekte zarar görmemesi gerekiyor.
Hafriyat geliriyle Antalyaspor’u şampiyon yapmayı planlayan varsa, önce sahada işini doğru yapan bir yönetim kurmayı denesin derim. Çünkü futbol topla oynanır, hafriyatla değil! Siyaseti bir kenara bırakıp, futbolu tekrar sahaya döndürelim. Ne dersiniz?
(İddialar ve olaylar öyle iki satır yazı ile anlatılacak boyutta değil. Konunun devamını merak ediyorsanız, buyurun YouTube kanalımda: @aylaçekiç)
ÇALIŞAN GAZETECİ Mİ? ÇALINAN GAZETECİLİK Mİ?
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Bu anlamlı gün, 1961 yılında gazetecilere iş güvencesi sağlayan ve basın sektörüne düzenleme getiren 212 sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle kutlanmaya başladı. O gün bugündür, gazetecilerin hakları ve sorumlulukları bu meslek günüyle hatırlatılır ve toplumun dikkatine sunulur.
Gazetecilik, sadece haber yazmak veya olayları aktarmak değildir. Bu meslek, toplumun doğru bilgiye ulaşmasını sağlayan, demokrasinin temel taşlarından biri olan kritik bir görevdir. Gazetecilik, sıradan bir meslek değil, büyük bir sorumluluk ve hassasiyet gerektiren bir uğraştır. Tıpkı bir cerrahın ameliyat masasında gösterdiği dikkat gibi, bir gazetecinin de haber yaparken aynı hassasiyeti göstermesi gerekir. Çünkü yanlış bir haber, sadece bir kişiyi değil, tüm toplumu etkileyebilir.
İşte bu yüzden gazeteciliğin etik değerlerle yapılması, hem bireyler hem de toplum için hayati önemdedir. Ancak ne yazık ki, gazeteci olmayan kişilerin bu mesleği suistimal ettiğini, gerçek gazetecilere alan bırakmadığını görüyoruz.
Antalya özelinde gazetecilik mesleğine dair bazı gözlemlerim var. Burada, gazetecilik mesleğini hakkıyla yapanlarla bu işi suistimal edenler arasındaki fark maalesef yeterince belirgin değil. Bürokraside ve toplumda, gazetecilikle ilgisi olmayan kişilere gereğinden fazla itibar gösteriliyor. Bu da gerçek gazetecilerin işini zorlaştırıyor.
Antalya’da gazetecilere bakış açısının daha yapıcı olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü gazeteciler, sadece haber yapan değil, aynı zamanda bu şehre dair sorunları dile getiren, çözüm önerileri sunan kişilerdir. Ancak bu mesleğin itibarını korumak için önce gazetecilerin kendi mesleklerine sahip çıkması gerekiyor. Meslek örgütlerinin daha aktif bir şekilde çalışması, meslektaşlar arasındaki dayanışmayı artırması şart.
Gazetecilerin hak ettiği saygıyı görmesi için hem meslek içi dayanışmanın hem de toplumsal farkındalığın artırılması gerekiyor. Özellikle bürokratlara bir çağrıda bulunmak istiyorum: Gazeteci olmayan kişilere imtiyaz tanımaktan vazgeçin.
Gerçek gazetecileri destekleyin.
Çünkü gazetecilik, kamu yararını gözeten bir meslek ve basının güçlü olduğu bir toplum, demokrasinin de güçlü olduğu bir toplumdur. 10 Ocak vesilesiyle şunu bir kez daha hatırlamalıyız; Gazeteciler, bir toplumun aynasıdır. Onlara duyulan saygı, toplumun kendi geleceğine duyduğu saygıdır.
Tüm meslektaşlarımın gününü kutluyor ve daha saygın bir gazetecilik için hepimizin üstüne düşen görevleri yerine getirmesini diliyorum.
Yorumlar
Kalan Karakter: